|
Kapalı kapılar arkasında kaldım yıllarca, Kapıları bir kez olsun aşamadım; Kimi zaman aç kaldım Kimi çaresiz... Bazen ayaklarım koktu, Orhan Veli’ nin Süleyman Efendisi gibi Hiçbir şeyden çekmedim nasırımdan çektiğim kadar... Hayat bazen çok basit geldi, Bazen acımasız ve zor-korktum- Ölmek istedim düşüncesizce Hayallerimden arta bir ceset kalsın istedim... Gülmedim, ağlatıldım hep nedense, Nedense hep simitle karın doyurdum, Duvarlarla konuştum gündüz gece Doğru dürüst aşık bile olamadım. İstanbul,
1996 |
Bir gün daha bitti yine Gece tüm sessizliğiyle İzmir’ in üstüne çöktü Bugün de bir şeyler yakalayabilmek için; İyi bir şeyler görebilmek için Dört gözle kolladım sokak aralarını, Otobüsleri, kafeleri... Ciddi bir şeyler konuştuklarını görmek için insanların Kulak kabarttım konuşmalarına Haberleri dinledim radyodan, televizyondan Derste hocayı dinledim... Yeni bir gün başlamıştı ya; Sevinmiştim uyandığımda... Değişen bir şeyler görmek umuduyla çıkmıştım evden Duyarlılık artışı umud etmiştim biraz da olsa Gözlerinde parlaklık beklemiştim kuşların... Ellerini ellerimde hissetmek, Yüreğimin sıcaklığını, yari sever gibi yüreklere doldurmak istemiştim... Bir gün daha bitti yine Gece tüm masumluğuyla kapladı Bir fahişe edasıyla salınan İzmir’ in üstünü Aynıydı, nefes alıp vermek gibi her şey Aynıydı, bakkalın çırağının elbisesi de... İzmir, 1998 |
BELKİ DE... Kalmadı hiçbir şey bende, Belki de... Belki de yeni birşeyler başlıyor demektir. Belki ateşi yıkamak Yeniden yakmak istiyorum Işıkta kalmaktan çok Karanlıkta kalmak istiyorum Belki korkaklık benimki Cesaret ise hiç vazgeçmemektir İçimdeki boşluk, belki senin eksikleyen sevgindir Ya da yanan bağrımdır... Gecelerde hayallerin tenimde gezinir belki Ve hayallerinin elleri ellerimden tutup Beni de gezdirir. Seninle hayal bile olsa bir mutluluğa erişmek Belki de... Düzce, 1992 |
AN!... Bir güvercin uçtu karanlığı bölerek Koptu ana yüreğinden belirsiz bir şeyler Tomurcuklar koparıldı dalından acımasızca Bir balık sudan çıkarıldı... Körpecik beyinler yıkandı bomboş düşüncelerle Birileri köşeleri dönerken Garipler hep aynı dertlerle boğuştu Ve kör bir kurşun geldi “O” ‘nu da aldı... Düzce, 1997 |
SANA İHTİYACIM VAR... Sana ihtiyacım var; Saat 12’ den sonra koparılmayı bekleyen , Bir takvim yaprağı gibi. Duygularını anlatabilmek için bir insanın, Nasıl konuşmaya ihtiyacı varsa öyle. Ya da kendi isteğine yönelmesi ve Kendi kişiliğinin geliştirilme hakkı Atmak istemesi gibi... Sana ihtiyacım var; Ölüm döşeğindeki bir hastanın istediği Bir yudum su gibi, Sevdiceğime vermek için Kırmızı bir gül gibi; Beyaz bir gül, bir karanfil gibi... Sana ihtiyacım var; Kahpe kurşunla yaralanmış garibe 0 Rh(+) kan gibi Kaldırım çocuklarına ekmek gibi Mahpustaki mahkuma özgürlük gibi, Savaşa-kalleşliğe çelikten bir duvar Barışa ket vuran duvarlara, Çekiç gibi, murç gibi... Sana ihtiyacım var, Ağrı dağının eteklerinden gelen işçime Yorgan gibi, yatak gibi. Erzurum2 da dadaşıma eldiven gibi Aydın’ daki efelerime yar gibi, yoldaş gibi Sana ihtiyacım var; Kalbime gömülü bir mezar gibi Mezara toprak gibi Düzce, 1998 |
İSTANBUL’ A... Ey İstanbul!... Taşı toprağı altın İstanbul; Süleymaniye’ n ne iftişamlıdır, Ya Ayasofya’ n inadına bir direniştedir sanki zamana, Beyoğlu’ n insan seli; Haliç’ in boklu da olsa güzeldir... Ey İstanbul!... Sen, köprülerinle dimdik ayaktaysan, Ben senin tüm zorluklarına, tüm imkansızlıklarına rağmen Senden daha dinç ve dimdikim... İstanbul, 1996 |
ZORLUK... Geceler boyu karanlıkla ve Sessizlikler baş başa kalmak Sadece hayallerle noktaların birleştiği yerde Arkandaki koskocaman boşlukla buluşmak... Gözlerin yerine, Koskocaman gökyüzüyle bakışmak. Narin ve güzel sesin yerine, Sessizliği dinlemek. Ilık bir akşamda savrulan saçların yerine, Dökülen sapsarı yapraklarla avunmak. Sen yerine, Başkasını dinlemek, düşünmeye çalışmak... Kolay değil be, Zor gülüm; Yalnızlıktan
da zor... |
GÜLLERİN DE GÜLÜ OLUR... Ben gülüm! Hiç kimse dikenime katlanmak istemese de En güzel çiçeğim işte Kokum güzel, görünüşüm güzel Belki pahalıyım çiçekçi vitrinlerinde Bazen de bir sakız parasına çingene kadının ellerinde... Megalomanlık değil! Ben gülüm; Ben güzelim, mükemmelim Ama benim de bir gülüm var... ............. İzmir, 1998 |
ORHAN VELİ’ YE... Seni tanımadan önce, Dünyanın en iyi şairi sanırdım Kendimi... Seni tanıdım Daha birçok sevdim Yarimi... İstanbul, 1995- İzmir, 1998 |
OGÜN’ E... Neyiz biz? Boku çıkmış bir düzenin Boktan dişlileri miyiz; Yoksa inadına direnen fren balataları mıyız?... Leyla ile Mecnun muyuz? Kerem ile Aslı mı? Kalem miyiz, Kağıt mıyız? Mısra mıyız, Bir dörtlük mü, Yoksa tam bir şiir miyiz?... Güne başlarken söylenen Bir “günaydın” Gün batımında bir “iyi akşamlar” Ya da mutlu bir günde söylenen Bir elveda mıyız?... Düzce, 08,09,1998 |
BİLİR MİSİNİZ?... Bilir misiniz siz? Nasıl şeydir şiir yazmak... Ey mısralar bilir misiniz ha! Bilir misiniz duyguları açıklamak Kelimelerle, nasıldır? Sevmek ne demektir sizce Akıl danışmak akılsızlara Yangında körüğe Denizde yılana sarılmak Ne demektir bilir misiniz? Bilir misiniz taş duvar, demir kapı Bankamatikler, çorbanın tuzu Masanın ayağı; Söylesenize bilir misiniz En zor anda karşılaşılan elvedayı Ya da boşluktan bir hoş sedayı? Hadi cevap bekliyorum; Cevap versene çalar saatim Tükenmez kalemim Dertlerime
ortak defterim... Ya sen azrail! Ölmek ne demektir sen bilir misin? Kör bir insana yoldaşlık etmek Hastaya kan olmak, Su olmak, umut olmak ne demektir? Ne demektir bilir misiniz Denizden ses dinlemek Beklediğin sesi duymak bir anda Ya da kadere inatla direnmek... Masmavi gökyüzünün kararmasını, Bir tüfeğin patlamasını, Bardan çıkarken hesap ödemesini, İstanbul’ a gitmesini, Şarap içmesini bilir misiniz?... Merdivenin basamaklarını üçer-beşer çıkmanın verdiği hazzı Sevgiliyi hasretle kucaklamayı Ya da bu kucaklayışı özleyişi Bilir misiniz?... Yahu konuşsana; adın muhabbet kuşu değil mi? Düzce,
1997 |
NE?... Gurbetten mi, hasretten mi? Hayattan beklentilerime yanıt alamamaktan mı? Havadan mı? Sudan mı? Dünden mi, bugünden mi, yarından mı? Kinden, nefretten mi, aşktan mı? Bilinmez... Bir girdabın içerisindeyim... İzmir, 1998 |
KENDİME VE SANA UZAĞIM... Uzak ve soğuk bir tren istasyonundayım, Yalnız... Sana uzak, İstanbul’ a, Ankara’ ya, özgürlüğe, Bana uzak... Ellerim sanki yıllardır hareket etmemişcesine donuk, Duvarda, kirli sokak lambasının Titreyen gölgesi Banklarda –adları her ne ise- uyuklayan insanlar, hayvanlar, Köşe başı emekçileri, hak garibanları Yürekleri her ne kadar geniş ve zengin olsa da Açlık deyiminin eş anlamlıları, garipler;
Benzerleri evde sıcak şöminenin başındaki minderinde yatan Peynirle, ciğerle beslenen, sokak kedisi Adı: Pisi Pisi...
Yeni pisi pisileri doğurduktan beri bir hareketlendi ki, Ama yüzü mahzunlaştı, Geçim derdi dediler geçtiler görenler Anlamadılar belki, belli ki... Uzaktan bir siren sesi, kulakları yırtarcasına, Suçlu suçsuzlar, suçsuz suçlular, Adil adaletsizler, adaletsiz adiller, adiler, Biri sağda, biri solda, yan yana, karşı karşıya, Polis, asker, halk...pardon sivil halk... En az benim kadar garipti etrafta olup bitenler de; Karnım toktu, yatacak yerim de vardı işte, Hatta başını okşayabileceğim bir kedim bile vardı:
Önemli olan bunlar mıydı acaba?!...
Kağıttım ben, bembeyaz, bomboş, Kalemim yoktu yazacak. Birkaç mısraydım, şiirim yoktu. Şiirdim, şairim yoktu Şairdim ilhamım... Bir garip aşıktım, sevgilim yoktu... Tutsaktım yani... Uzak ve soğuk bir tren istasyonundaydım, Sana uzak, bana uzak. Ve son trende gittikçe uzaklaşmaktaydı Yaşam artık, Gözle görülemeyecek kadar küçülmüştü ardımda, Ölümse, her an yaklaşmaktaydı İstasyonun duvarındaki o mat ışığın girdiği Küçücük delikten... Ne kadar uzak da olsak mesafelerce, Yan yanaydık fer zaman Sen olmasan da hayalin vardı, Giderken trende sen, Gizlice el sallayan... İstanbul, 1996 |
GİDENLERDEN KALANLAR... Yalandı her zamanki gibi gün Bir aydınlıkla başladı, bir daha uyumadı, Bir yalanla başladı Bir selamsızla çekti gitti. Yine akşam oldu Yine karardı dünya Ve her yanda olduğu gibi uyumadı insanlar Uyuyamadı... Sokaklar aydınlıktı; İnsanlar karanlık, Gece soğuktu belki; İnsanlar aydınlık, Sokaklar doluydu; İnsanlar yalnızdı. Ve yine öldü canciğerler, Yeni yaşamaya başlayanlar oldu
Kopiller geldi Bilenler gitti dünyadan... İzmir, 1998 |
HADİ... Gözlerini kapat; Ve olmak istediğin yere git şimdi, Şimdi yanında olması gerekenleri al çantana... Önce hafif bir karanlık Ve sonra binlerce yıldız aydınlığı, İşte ordasın... Aç artık gözlerini Tekrar bak dünyaya
Karar ver!!!... Düzce, 1998 |
DOST... Umudun çiçek açtığı yerde Gönüllerini birleştiren Ve yüreklerinden gülücükleri eksiltmeyen dostlar
Umudun çiçek açtığı yerde Gönüllerini bize açan Ve yüreklerinden gülücükleri eksiltmeyen dostlar Elveda!!! İzmir, 1997 |
ŞU AN... Şu an; Tüm isteklerim, dileklerim bir tarafta Beynim bir tarafta Ve ölüm başka bir tarafta... Düşünüyorum da;
|